Etiyopya Yahudilerden, İsrail yönetimine protesto

Etiyopya Yahudilerden, İsrail yönetimine protesto

Falaşalar olarak bilinen Etiyopya Yahudileri, İsrail toplumundan, siyasetçilerinden ve din adamlarından kendi gelenek ve göreneklerine saygı duyulmasını ve derilerinin renginden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılmamayı talep ediyorlar.

İstanbul

İsrail’in kuzeyindeki Hayfa kentinde 30 Haziran akşamı, görev başında olmayan bir polis memurunun iki grup arasındaki kavgayı ayırmaya çalışırken, 19 yaşındaki Etiyopya kökenli Solomon Tekah isimli bir genci öldürmesi üzerine başlayan gösteriler halen devam ediyor.

İsrail'in 'ikinci sınıf Yahudileri' Etiyopyalılar
Etiyopya Yahudileri İsrail için ciddi bir iç sorun

Hayfa’dan başlayarak tüm ülkeye yayılan gösterilerin özellikle Tel Aviv çevresinde yoğunlaştığı gözleniyor. Şimdiye kadar 47 polisin yaralandığı, 130 civarında göstericinin gözaltına alındığı gösterilerde karşılıklı şiddetin dozu artarak devam ediyor. Göstericiler tarafından yolların kapatıldığı, aralarında ambulansların da olduğu araçların yakıldığı ve yerel yönetimlerin sunduğu ulaşım ve temizlik gibi hizmetlerin engellenmesi üzerine güvenlik güçlerinin de tedbirleri tedricen artırdığı ve buna mukabil göstericilere daha sert davranıldığı medyaya yansıyan görüntülerden anlaşılıyor.

İsrail yönetiminin pahalı makro politikalarını eleştiren Falaşalar, bunun yerine iç meselelere eğilerek kaynakların tüm toplum kesimleri arasında eşit şekilde dağıtılmasını istiyorlar. Kendi haklarının verilmediği ortamda, bir toplumsal barışın mümkün olmadığını son gösterilerle ispatlayan Falaşaların makul taleplerinin ne kadar karşılık göreceğini önümüzdeki günlerdeki gelişmelerden anlayacağız.

Yerel dillerinde “başka yerden göçen” anlamına gelen “Falaşa” tabiriyle tanınan Etiyopyalı Yahudilerinin protestoları İsrail kamuoyunun pek de yabancı olmadığı bir durum; zira 2018 yılında da benzer bir olay nedeniyle bu kesimlerin protesto gösterilerinde bulunduğu ancak gösterilerin bugünkü kadar şiddet içermediği hatırlanıyor. 1980’li yıllardan itibaren İsrail'e getirilmeye başlanan ve bugün sayıları yaklaşık 150 bini bulan Falaşaların, verilen sözlere rağmen bir türlü çözülemeyen sorunları nedeniyle İsrail yönetimine karşı aşırı derecede kızgın olduğu bilinen bir gerçek. İsrail’in ulusal güvenliğini tehdit etmeye başlayan bu kızgınlığın sebeplerini ve bu grubun İsrail yönetiminden taleplerinin daha iyi anlaşılabilmesi için İsrail’in göçmen politikasına ve Falaşaların İsrail macerasının nasıl başladığına göz atmak ve ardından da Falaşaların İsrail toplumuna yeterince entegre olamamalarına yol açan başlıca faktörlere işaret etmek gerekiyor.
İsrail’in göçmen politikası

Dünyadaki bütün Yahudilere yurt olması iddiasıyla kurulan ve ekseriyetle bir göçmen ülkesi olan İsrail’de, 1950 yılında kabul edilen “Geri Dönüş Kanunu” ile Yahudi olan veya Yahudiliği dini otoritelerce kabul edilen kişilerin İsrail’e kabul edilip vatandaş olmaları yasal bir zemine kavuşturuldu. Bu vesileyle dünyanın muhtelif coğrafyalarından yola çıkarak İsrail’e göç eden kişi ve toplulukların yeni devlete entegre edilmesi için hayata geçirilen uygulamalar genelde işe yaramış gibi görünse de, özellikle zorlu Afrika kıtasından getirilen Falaşaların entegrasyonunda başarısız olduğu görülüyor.

Avrupa ve Amerika’daki Yahudilerin entegrasyonunda bariz bir sıkıntı yaşanmazken, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve büyük çoğunluğu Sovyetler Birliği’nde yaşayan Yahudilerden müteşekkil Asya Yahudilerinin yeni devlete uyumunda kısmen sorunlar çıktı. Yeni gelenlerin dil, kültür, eğitim ve farklı dini ritüellerden kaynaklanan uyumsuzluğunun zaman içerinde üstesinden gelindi ve ırk, din, dil ve kültürel olarak yeni bir toplum meydana getirilmesi yolunda aşama kaydedildi. Ancak siyahi olmaları, farklı dilleri, kendilerine has dini öğretileri ve inançlarıyla geleneksel Yahudilikten ayrılan ve bu durumları nedeniyle Yahudilikleri tartışmalı hale gelen Falaşaların entegrasyonu, aradan geçen on yıllara rağmen bir türlü hedeflenen seviyeye gelemedi.
Falaşaların kökenleri ve İsrail’e transfer edilmeleri

Falaşaların kökenlerine dair birkaç farklı teori olsa da bunların en çok kabul görenlerinden ilki, Hz. Yakub’un on iki oğlundan biri olan Dan’ın soyundan geldikleri ve bunların da kayıp kabile olarak bilinen grup olduğuna dair. Diğer teori ise Etiyopya Yahudilerinin tarihlerinin anlatıldığı Kebra Nagast isimli kitapta geçen hikayeye dayandırılıyor. Hikayeye göre dönemin Sebe (Etiyopya) kraliçesi Makeda'nın (Belkıs olarak da bilinir) Kudüs kralı Hz. Süleyman’dan olan çocuğunun bugünkü Falaşaların atası olduğu ileri sürülmektedir.

Aslında bu kavmin Yahudi olmak hasebiyle İsrail’e gelmek için hak iddia ettikleri de vaki değil. Gerçi atalarının kökünün bulunduğu ileri sürülen Kudüs onlar için kutsal sayılsa da böyle bir talebin olmadığı görülüyor. Buna rağmen 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Evrensel Yahudi Birliği’nin (Alliance Israelite Universelle) çabalarıyla, bölgede Yahudiliğin izlerinin bulunmasına dair çalışmalar yapıldığı görülmekte. Burada bulunan deliller sayesinde, geri dönüş kanununun hayata geçirilmesinden sonra Falaşaların da İsrail’e getirilmeleri söz konusu oldu. Ancak dini otoritelerin görüşlerindeki farklılık nedeniyle 1970’li yıllara kadar herhangi bir girişimde bulunulmadı. 1973 yılında Sefarad baş hahamlığının Etiyopyalı Falaşaların Yahudi olduklarını kabul etmesi üzerine 1975’de İsrail devleti de Falaşaların Yahudi olduklarını resmi olarak kabul etmiştir.

1984’deki Hz. Musa operasyonuyla 7 bin 700, 1985’deki Kraliçe Sebe operasyonuyla bin 200 ve 1991’deki Hz. Süleyman operasyonuyla da 14 bin 400 kişi Etiyopya’dan İsrail’e getirildi. Daha sonraları ailelerin birleştirmesi kapsamında getirilenlerle birlikte toplam 45 bin civarında Etiyopyalı Yahudinin muhtelif yollarla İsrail’e getirildiği biliniyor.
Falaşaların entegrasyonunda karşılaşılan güçlükler

Aslına bakılırsa İsrail’in Falaşaların gelişlerine kadar kalabalık göçmen gruplarını kabul etme ve yeni gelenleri topluma entegre etme hususunda yeterince tecrübesi bulunmaktaydı. Kitlesel göçler bir düzen içerisinde gerçekleşmiş ve entegrasyonda farklı kültürel coğrafyalardan gelinmesine rağmen devletin öngördüğü hedeflere yakın bir başarı sağlanmıştı. Hatta 1990’lı yıllarda eski Sovyetler Birliği topraklarından gelen bir milyonun üzerinde göçmen bile başlarda sorun yaşansa da topluma entegre olmuştu. Ancak mevzubahis Falaşalar olunca neden beklenen başarının yakalanmadığı ve bu sancılı sürecin İsrail’in ulusal güvenliğine ve toplumsal yapısına zarar verir bir hale geldiği en çok tartışılan meselelerden biri.

Bu konu hakkında Yahudi Politikaları Araştırma Enstitüsü için 1998 yılında bir rapor hazırlayan Steven Kaplan ve Hagar Salamon isimli akademisyenlerin çizdiği çerçeve halen geçerli olup, raporda belirtilen sorunlu alanların üzerinden yirmi yıl geçmesine rağmen hala çözümlenemediği müşahede edilmekte. Entegrasyonun sağlanamamasına gerekçe olarak gösterilen meseleler aşağıdaki başlıklarda ele alınmıştır.
Yerleşim sorunu

İsrail’e göç eden diğer Yahudiler gibi Falaşalar da doğrudan toplumun içine bırakılmadan önce uyum sağlanması maksadıyla entegrasyon merkezleri veya geçici barınma merkezleri olarak adlandırılan kamplarda barındırılmışlardır. Buralarda öncelikle dil, meslek edindirme ve dini eğitim verilerek, girecekleri topluma alıştırılmaya çalışılmıştır. Ancak Falaşalar geldikleri coğrafyadaki kültürel kodları nedeniyle yeni ortama uyum sağlamakta direnmişler ve bu durum onların bu geçici merkezlerdeki hayatlarının planlanandan daha fazla sürmesine yol açmıştır.

Hatta bazı bölgelerde geçici barınma için tahsis edilen konutlar daimi olarak bu kişilere verilmiş ve bu bölgelerde yoğun bir Etiyopyalı gettolaşması meydana gelmiştir. Geçici olması için planlanan ve buna istinaden kalabalık ailelerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bu meskenlerdeki zorlu hayat mücadelesi, bu bölgelere yeterli alt ve üst yapı hizmetlerinin verilememesi nedeniyle zamanla içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Bu durum, toplumun diğer kesimlerinden izole yaşayan ve onların aldığı hizmetlerden mahrum olan Falaşaları daha da marjinalleştirmiştir.
Eğitim

Evrensel Yahudi Birliği tarafından 1900’lü yılların başlarında Etiyopya’nın bazı bölgelerinde okullar yapılsa da, araya giren dünya savaşları nedeniyle devam ettirilemeyen eğitim misyonları nedeniyle bu kitlenin büyük kısmı eğitimden mahrum kalmıştır. Kapalı toplumsal yaşantı alışkanlıkları da eğitimsiz kalmanın sebeplerinden biridir. Kullanılan Ge’ez dilinin kısıtlılığı da eğitimin önündeki bariyerlerden olmuştur. Dolayısıyla eğitim altyapısı olmayan böylesine bir kitlenin modern eğitim sistemine eklemlenmesi de haliyle meşakkatli olmuştur.

Ülkeye yeni gelen göçmenlerin doğrudan mevcut eğitim sistemine dahil edilmesi mümkün olamayacağından Falaşalar da, ya entegrasyon için özel olarak açılmış okullara ya da normal okullardaki bazı özel sınıflara yerleştirilmişlerdir. Bu okullarda önce İbranice öğretilmeye başlanmış olup ardından dini eğitim verilen özel okullara devam edilmesi zorunlu tutulmuştur. Özellikle çocuklar ve gençler için tasarlanan bu eğitim programı nedeniyle gençler ile yaşlılar arasında bir kopukluk meydana gelmiştir.

Ayrıca belirli bir yaşa gelenlerin iş hayatına katılmasını kolaylaştırmak için Etiyopyalı Yahudi gençlerin çoğunluğu mesleki eğitim okullarına yönlendirilmiştir. Yüksek öğretim için gerekli şartları sağlayabilen nadir gençler de ailelerinden koparılarak devletin gözetiminde belirlenen okullara yerleştirilmiştir. Eğitimde fırsat eşitsizliği başlarda sorun olmazken, zaman içerisinde alttan gelen nesil ile içerisinde yaşadıkları toplum arasında huzursuzluklar çıkmaya başlamıştır. Bunu bir ırk ayrımı olarak gören yeni nesiller, devlete ilk başkaldırılarını bu sebeple yapmaya başlamışlardır.
İstihdam

Etiyopya’da sadece tarım ve hayvancılıkla uğraşmak durumunda olan Falaşaların İsrail’deki modern iş hayatının gereklerini karşılamaları pek mümkün değildi. Bu nedenle kaldıkları geçici barınma merkezlerinden çıkmalarını sağlayacak yüksek ücretli işlerde çalışma şansları olmadığından daha düşük geliri olan bayağı işlerle yetinmek zorunda kalıyorlardı. Bu durum onların geçici yaşantılarının uzamasına ve normal hayata geçmelerinin gecikmesine yol açıyordur Pek çoğu çıkış formülü olarak orduya girmeyi tercih etse de, buradaki ayrımcılık da hiç azımsanacak seviyede değildi. Ordudaki intihar olaylarındaki artışın tamamen Falaşalardan kaynaklandığını iddia etmek mümkün değilse de, vakalardan büyük bir kısmının bunlardan oluştuğu biliniyor.

Ayrıca İsrail’e getirilen Falaşaların nüfusunun büyük kısmının 15 yaş altı ve 45 yaş üstü olan iş gücü dışındaki kesimlerden oluşması istihdam politikalarının başarısız olmasına sebep olmuştur. Özellikle çocuklu kadınların inançları gereği dönem dönem kendilerini izole etmeleri onların iş gücüne katılmalarına da mani olmuştur. Oysa İsrail gibi kadın ve erkeğin iş gücüne eşit bir şekilde katıldığı ortamda, bu durum Falaşalar için dezavantaj olmuştur.
Sağlık

Etiyopya’nın coğrafi koşulları ve iklimi nedeniyle zaten zorlu bir hayat süren Falaşaların bunlara ilave olarak İsrail’e gelirken maruz kaldıkları kötü koşullar, onların ilk karşılandıkları istasyonlarda yapılan muayenelerinde kendini göstermiştir. Kötü beslenme ve çevresel koşullar nedeniyle başta sıtma ve Hepatit B gibi muhtelif bulaşıcı hastalıklarla diyabet gibi genetik geçişli hastalıklar tespit edilen Falaşaların bir kısmında da HIV virüsüne rastlanması onlara bakışı olumsuza çevirmiştir. Toplumun genel sağlığını olumsuz etkileyeceği kanısıyla, yüksek riskli olarak tanımlanan bu gruplar karantina veya benzer izole edici uygulamalara maruz kalmışlardır. Bu durumda zaten dezavantajlı oldukları bir ortamda sağlık sorunları nedeniyle normal eğitim, iş ve toplumun diğer imkanlarından mahrum bırakılmışlardır.

1996 yılında patlak veren “kan skandalı” bu kesimin, İsrail toplumundan iyice uzaklaşmasına sebep olmuştur. Ma’ariv gazetesinde yayınlanan bir haberde bir kan bankası sorumlusunun yukarıda sayılan gerekçelerle Falaşaların bağışladığı kanların hiç kullanılmadan imha ettiğini söylemesi üzerine, bunu bir ayrımcılık olarak gören Falaşalar başbakanlık önünde gösteri yaparak ayrımcılığı protesto etmişlerdir.
Dini statü

Falaşaların Yahudi oldukları İsrail’deki dini ve siyasi otoritelerce kabul edilmiş olsa da, İbranice Tora yerine Ge’ez dilindeki Orit’i kutsal kitap kabul etmeleri, sözlü hükümleri ihtiva eden Talmud ve Mişna’yı ise kökten reddetmeleri nedeniyle geleneksel Yahudilikle aralarında bariz farklar bulunuyor. Yahudi şeriat hükümlerinin yer aldığı Halâha’ya itibar etmemeleri nedeniyle, evlenme-boşanma, sünnet, cenaze ve doğum gibi Halâha’ya tabi uygulamalarda kendi inançlarını devam ettirmeye çalışmışlardır. Hatta günah çıkarma, kurban ve secdeye varmak gibi farklı ibadetleriyle Ortodoks Yahudilikten tamamen ayrılırlar. Başlarda bir alışkanlık olan farklı uygulamalar, toplumsal tepki nedeniyle zamanla bir kimlik tercihi haline gelmiştir.

1989 yılında ülkedeki Falaşaların evlilik işlemlerini gerçekleştirmek için görevlendirilen Netanya bölgesi Sefarad Başhahamı David Chelouche’ın, Falaşaların Yahudi olduklarına veya tam olarak Yahudiliğe geçtiklerine inanmadığı için, normalde evlilik işlemleri için diğer Yahudilerden istenmeyen bazı ilave taleplerde bulunması ayrımcılık tartışmalarına yol açmıştır. Bunun üzerine bu gibi işlemlerini Kessim veya Kessotch adı verilen kendi geleneksel din adamları nezaretinde yapmayı tercih eden Falaşalar böylelikle ana akım Yahudilerden iyice ayrılmışlardır.

İsrail’e ilk gelen Falaşaların dini otoritelerce talep edilen sembolik Yahudiliğe geçiş törenlerine katılmayı kabul etmesine rağmen aradan geçen süre zarfında maruz kaldıkları ayrımcılık nedeniyle daha sonraki nesillerin bu törenden imtina ettikleri görülmüştür.
Falaşaların siyasi temsilleri

1996’daki seçimlerde İşçi Partisi’nden meclise bir Etiyopyalı milletvekili sokarak, az da olsa siyasi temsil şansını yakalayan Falaşaların buna karşılık henüz istediklerine ulaştıklarını söylemek mümkün değil. Daha sonraları oyların bir kısmının Netanyahu’nun kurtarma operasyonlarındaki rolü ve onlara söz verdiği vaatler yüzünden Likud’a kayması nedeniyle meclisteki temsil haklarını kaybeden Falaşalar, Nisan 2019’da gerçekleşen erken seçimler öncesi bir siyasi parti kurarak seçimlere katılsalar da bir başarı gösterememişlerdir.

Aslında yaşadıkları mağduriyet İsrail toplumunda onlara karşı bir sempati doğursa da özellikle son olaylarda sergilenen aşırı şiddet ve Filistinliler lehine atılan sloganların bu olumlu havayı ortadan kaldıracağı değerlendiriliyor. Keza Netanyahu’nun İsrail’in huzuruna ve güvenliğine zarar veren herkesin en ağır şekilde cezalandırılacağını açıklaması, Falaşalara yönelik bir mesaj olarak algılanmıştır.
Falaşalar ne istiyor?

Yukarıda belirtilen hususlardan da anlaşılacağı üzere Falaşalar İsrail toplumundan, siyasetçilerinden ve din adamlarından kendi gelenek ve göreneklerine saygı duyulmasını ve derilerinin renginden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılmamayı talep ediyorlar. Tıpkı Sovyetler Birliği’nden, Hindistan’dan, Yemen’den veya diğer bölgelerden gelen Yahudi göçmenlere yapıldığı gibi eşit muamele görmek istiyorlar. Eğitimde, istihdamda ve diğer olanaklara erişimde fırsat eşitliği talep ediyorlar.

İsrail yönetiminin pahalı makro politikalarını eleştiren Falaşalar, bunun yerine iç meselelere eğilerek kaynakların tüm toplum kesimleri arasında eşit şekilde dağıtılmasını istiyorlar. Kendi haklarının verilmediği ortamda, bir toplumsal barışın mümkün olmadığını son gösterilerle ispatlayan Falaşaların makul taleplerinin ne kadar karşılık göreceğini önümüzdeki günlerdeki gelişmelerden anlayacağız.

Şimdiye kadar sadece seçim zamanı verilen kuru vaatlerle idare edilen Falaşaların artık bunlarla yetinmeyeceği ve somut kazanımlar görmek istediği aşikar. Ancak İsrail hükümetinin mevcut ABD yönetimi sayesinde yıllardır bagajda tuttuğu konuları kotarmak ve yeni kazanımlar elde etmek istemesi nedeniyle Falaşaların sorunlarına ne kadar eğileceği tartışmalı. Fakat eylül ayında tekrarlanacak olan seçimlerin Falaşalar için de bir fırsat penceresi sunduğu unutulmamalı. Nisandaki seçimde başa baş kalan sağ ve sol ittifakların öne geçebilmesi için Falaşalar gibi grupların oyları belirleyici olacak. Dolayısıyla artık her oyun kıymetli olduğu İsrail’de Falaşaların taleplerinin karşılanması bir zorunluluk haline gelmiştir.

[Haydar Oruç, Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nün (ORMER) İsrail masasında, siyaset ve toplum ilişkileri ve sivil toplum örgütlerinin politika yapım sürecindeki rolleri üzerinde çalışmaktadır]

Anahtar Kelimeler: